PERSONA – GÖLGE – EGO
Doğduğumuz dünya çok acımasız, ama aynı zamanda iIahi bir güzeIIiği var. AnIamIı oIuşunun mu, yoksa anIamsızIığının mı ağır bastığına karar vermek, insanın yapısına bağIı.
– Carl Gustav Jung-
PERSONA – GÖLGE – EGO
‘’Hayat, bir maskeli balodur.’’ desem aklınıza ne tür sahneler gelir? Kendinize bu baloda hangi rolü biçmek istersiniz? Neyi daha iyi canlandıracağınızı düşünürsünüz? Peki canlandırdığınız bu karakter size neler sunuyor? Bir oyun düşünün ‘’sıkıldım, biraz da şu rolde olayım’’ dediğiniz oldu mu? Şunu söylemeliyim ki bu simülasyonlar boşuna değil. Bir rol, bize gerçeğin taa kendisini de sunuyor, fark edebilirsek. Dünya kurulduğundan bu yana insan davranışları hep değişiklik göstermiş. Göstermeye de devam edecek. Klasik psikanalitik kurama göre, bilinç ve bilinçdışı insanın kişisel yaşantılarının ürünüdür. Jung ise kalıtım ve evrimin beden ile beraber ruhsal yapıda da iz bıraktığını savunmuştur.
Görünüşünüz, yaInızca kaIpten bakabildiğinizde berrakIaşır. Dışarı bakanIar düş kurar,içe bakanIar uyanış yaşar. .- Carl Gustav Jung-
İnsanın geçmişi, yalnızca kişisel geçmişini değil, ait olduğu toplumun geçmişini, hatta insanlık evrimini de içeriyor. Jung’a göre biliçdışımız kolektif ve kişisel olarak iki boyuttadır. Kişisel bilinçdışının içeriği, doğduğumuzdan bu güne kadar bilinçte olan tüm yaşantılar… Kolektif bilinçdışının içeriği ise insanın yaşamı boyunca hiçbir zaman bilinçte yaşanmamıştır. Tarihsel olarak sana aktarılandır. Mesela; yılandan korkmak, karanlıktan korkmak, yüksekten düşme korkusu… Bunlar atalarımızın kuşaklar boyu yaşantıları sonucu beyin dokumuza işlenmiştir.
Doğduğumuzda; düşünme, hissetme, davranış, algılama eğilimlerini dünyamıza getiririz. Fakat bu eğilimlerin, gizil imgelerinin bulma yolları ise bizim kişisel yaşantımızla biçimlenir. İçine doğduğun dünyanın genel bir imgesi insanın zihninde vardır. Kişi dış dünyada ki zihninde olan bu soyut imgelerin karşılığı olan objeleri tanıdıkça bu imgeler bilinçli gerçeğe dönüşür. Tıp kı bir bebeğin gözlerini dünyaya açtığında annesi ile kurduğu özel bağ gibi. Anne imgesini tanır ve ilişkiye geçer. Jung, bu kolektif biliçdışının içeriğine ‘’arketip’’ demiştir. Yani prototip, ilk örnekte diyebiliriz. Arketipler evrenseldir. Bir çocuk dünyanın neresinde doğarsa doğsun anne arketipiyle birlikte dünyaya gelir. Ancak kendi annesiyle etkileşime geçince bireysel farklılıklar ortaya çıkmaya başlar. Bazı arketipler kişiliğin ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır.
‘’Günümüzde, bizi tehdit eden tehIikenin doğadan geImediğini, insan ve kitIe ruhundan kaynakIandığını apaçık görüyoruz. TehIike insanın ruhundan kopmuş oImasında.’’ – Carl Gustav Jung
Jung, ‘persona ve gölge’’ terimlerini ortaya çıkarmıştır. Peki nedir bu terimler, gelin bakalım…
Persona, oyuncuların çeşitli rolleri canlandırırken taktığı maske anlamına gelir. Jung, bu kelimeyi, insanın kendisi olmayan bir karakteri yaşaması anlamında kullanmıştır. Başka deyişle, toplumun onayını almak için, insanın dış dünyaya karşı takıntığı maskedir.
Eğer buraya kadar okuduysanız şunu duyar gibiyim ‘’ ohooo çok var bu maskelilerden’’ J Ya bizlerde onlardan isek ve farkında değilsek? En azından bu yazının sonunda bunu kendimiz için sorgulamaya başlayacağız..Hadi devam…
Bu maske zararlı mıdır değil midir? Böyle bir maske insanın yaşamını sürdürmesi için zorunludur çünkü toplum bunu talep eder. Hoşlanmadığımız kişilerle birlikteyken bu duygumuzu belli etmememizi, insanlarla iyi geçinmemizi sağlar. Kişiler çalışma hayatında bunu daha çok kullanırlar ve evlerine gittiklerinde bu maskeyi çıkartırlar. Bir insanın birden fazla maskesi olabilir. Anne maskesi, iş arkadaşı maskesi, eş/sevgili maskesi, ebeveyn maskesi, arkadaş maskesi, kardeş maskesi… Bunlar normaldir. Belki çalışmayı hiç istemeyen birisiniz fakat çalışmak durumundasınız. Bir işe girdiğinizde ofisin ortasında ‘’lanet olsuuuunnn ben buraya gelmeyi istemiyorum. Evimde çocuklarımla vakit geçirmek istiyorummm.’’ Diye bağırabiliyor musunuz? Hayır cevabını duyar gibiyim, İşte bu personadır ve kişinin hayatını idame ettirebilmesi için gereklidir. Personanın kişiye sağladığı yararların yanında zararları da olabilir. Bir kişi oynadığı role kendini çok kaptırır ve egosu bu durumla özdeşleşirse, kişiliğin diğer bir bölümü kenara itilir. Böyle bir durumda insan kendisine yabancılaşır. Aşırı gelişmiş personasıyla kişiliğin az gelişmiş bölümleri arasında çatışmadan ötürü sürekli gerilim yaşar. Bu özdeşleşmeye şişme (inflation) denir. İnsanın aşağılık duyguları, yalnızlık ve çevresine yabancılaşma duyguları yaşamasına sebep olur. Jung yaptığı çalışmalarla toplumda sivrilmiş insanların nasıl boşluğa ve anlamsızlığa düşebildiklerini anlama imkanı bulmuş.
Bu insanlar bir süre sonra (çoğunlukla terapi desteği ile) şimdiye kadar kendilerini kandırmış olduklarını ve gerçekten ilgilenmedikleri şeylerle ilgilenir göründüklerini fark ederler. Kısaca Persona, çevremizdekilerin bizi görüp tanıdıkları yanımızdır… Çevredeki insanların “çok beyefendi”, “çok hanımefendi”, “çok saygılı”, “çok terbiyeli…” , “çok uyumlu”, “herkesle iyi geçinen” vs tanımlamaları aslında gerçek kişiliğe değil, persona’ya atıfta bulunur… Yani maskeye bakarak söylediğimiz sözlerdir bunlar…
JUNG FELSEFESİ: GÖLGE
“Herkes bir gölge taşır.”
“Everyone carries a shadow”
Carl Gustav Jung
Peki ‘’gölge’’ nedir? Persona görünen yüzdür. Gölge ise görünmeyen yüz. Gölge diğer bir deyişle insanın yüzleşmek istemediği karanlık tarafıdır. Bilince kabul edilmeyen gölge, dışarıya, diğer insanlara yansıtılır, sorun onlardır, kötü olan da onlardır.
Gölge, saklı bir kişiliktir. İnsanın hayvan yönünü tanımlar gölge. Arketiplerin en güçlü ve en tehlikelilerinden biridir. Herkeste vardır, bende gölge yok diyen varlığını kabul etmiyordur. Özellikle insanın kendi cinsiyetinden olan kişilerle ilişkilerinde ortaya çıkan en iyi ve en kötü yanlarının kaynağıdır. İnsanın toplumda varolabilmesi için gölgesindeki eğilimleri ehlileştirmesi gerekir. Bunun için önce gölgemizi kabul edip, farketmemiz gerekir. Bu ehlileştirme gölgenin isteklerini bastırarak onun gücüne karşı çıkabilecek bir persona geliştirmekle gerçekleşir. Hayvansı eğilimini bastırmış kişi ‘uygarlaşmış, erdemli’ sayılabilir. Kişi bunun bedelini duygusallığını ve kendiyle diyaloğunu köreltmek zorunda kalarak öder. İçgüdüsel yeteneklerden yoksunlaşır. Gölgesinden yoksun bir yaşam cılız ve ruhsuzdur. Gölge ısrarı sever, personanın baskısına direnir. Duymuşsunuzdur, bazen o güne kadar düzenli ve biçimsel yönden başarılı bir yaşam sürdüren birisi ansızın işini dağıtıp tekneyle dünya turuna çıkar. Ya da eşini, ailesini terk edip farklı bir yaşam biçimine geçer. Böyle kararlar bir anda ortaya çıkmaz. Gölgenin bu tür istekleri genelde ara sıra ortaya çıkıp reddedildikten sonra güç kazanır ve eyleme dönüşür. Ego ve gölge iş birliği yaptığında insan kendisini yaşam dolu ve canlı hisseder. Çünkü ego içgüdüsel dürtülerin yolunu kapatmaz, gölgenin varlığını kabul eder, dürtüleri yönlendirir. Bilinç dünyasını zenginleştirir.
Gölgesini reddetmiş insan sönüktür. İçgüdüsel dürtülerinden de yoksun kaldığından güç durumlarla karşılaştığında yalnızlığa ve çaresizliğe kolay teslim olur. Gölgenin içindeki saldırgan ve yıkıcı ögeler, bilinçli dünyada işler yolunda gittiği sürece bilinçdışında etkisiz bir durumda kalır. Ama insan bir bunalım yaşamaktaysa ya da güçlü bir zorlanmayla karşılaşmışsa, gölge bu durumdan yararlanıp egoyu egemenliğine almaya çalışabilir. Çünkü o aslında hiçbir zaman teslim olmaz ve pusuda bekler.
Gölge, kişinin karanlık dehlizdeki görünmeyen yüzüdür… Bekler… Bekler… Zamanı geldiğinde o dehlizden çıkar ve gerçek yüzünü gösterir…. Menfaati bittiğinde ve menfaatlerin bittiğine emin olduğunda su yüzüne çıkar… Elde ettiği iyilikler sona erdiğinde gölge, karanlık dehlizden uyanır ve dışarı çıkar… Maskenin arkasından tek tek karaktersizlikler ortaya çıkar… Nankörlük…Vefasızlık… Ahde vefasızlık… Hayırsızlık… İftira…Hainlik…
Gölgenin ipini koparırmışçasına özgürleşmesinin yaşattığı bayram genellikle kısa sürer, ardında bazı bedeller ödeterek. Bazı durumlarda yaşam sürecinin yönünü değiştirecek kadar.
“Bir kişinin kendi gölgesi ile yüzleşebilmesi için kendisini kendi ışığında görmesi gerekir.” – Carl Gustav Jung
Erdemli insan nedir? Erdemli insan gölgesini farkedip onu yok saymadan yönetebilendir. Erdemli insan, kendisini devamlı ölçen ve değerlendiren insandır. İçinde iyinin de kötünün de olduğunu kendisine itiraf edebilendir. Kötü yanını ehlileştirmek için uğraşandır. Erdemli insan, doğru ne ise onu söyler… Gerekirse dokuz köyden kovulur… Kulağı duymadığında değil, vicdanı duymadığında sağır olabileceğini bilendir.
İnsanın kendi ile yüzleşmesi ve vicdanının sesine kulak vermesi gereklidir. Çünkü insan kendi hatalarının, kusurlarının ve eksikliklerinin farkında olabilmesi çabayla olur. Bu farkında olma halini daima diri tutmak ve bu iç denetim mekanizmasını sürekli olarak çalıştırmak gerekir. Erdemli insan hiç kimse yokken de aynı davranabilen insandır. Erdemli insan ‘’aktif iyi’’ olan insandır. İyiliğin pasif olduğu her yerde kötülük kendiliğinden aktif olacaktır.
Gölgemizle yüzleşebildiğimiz, personalarımızla aramızdaki dengeyi bulabildiğimiz, egomuzun şişmeye uğramadığı erdemli bir insan olma gayreti içinde yaşamak dileğiyle…
Uzm. Klinik Psikolog Ebrar KARAÇUHA
Not: Engin Geçtan’dan alıntılar yapılmıştır.